Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün geçtiğimiz günlerde kurumlara gönderdiği bir yazı kamuoyunda tartışma yarattı. Söz konusu yazıda, “toplumsal cinsiyet”, “toplumsal cinsiyet kimliği”, “LGBT” ve “kapsamlı cinsellik eğitimi” gibi kavramların bakanlık birimlerince kullanılmaması gerektiği belirtildi. Aileyi koruma vurgusuyla hazırlanan yazıda bu kavramların aile yapısını, kadınları, çocukları ve toplumu “tehlikeye attığı” öne sürüldü.
Ancak sosyal politika uzmanları, kadın örgütleri ve hak savunucuları bu yaklaşımı sert biçimde eleştirdi. Uzmanlara göre, toplumsal cinsiyet kavramı, kadınların ve çocukların maruz kaldığı şiddetin kaynağını anlamak ve bu şiddeti önlemek için hayati öneme sahip. Kadınların yıllardır verdiği mücadeleler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin günlük hayatta ne denli somut sonuçlar doğurduğunu açıkça ortaya koyuyor. Kadınlar, kendilerine dayatılan geleneksel rolleri reddettikleri, kendi hayatlarına dair kararlar almak istedikleri için şiddete uğruyor.
Toplumsal cinsiyet ifadesini reddetmek, bu eşitsizlikleri gizlemek anlamına geliyor. Bu da erkek egemenliğini sürdürmeye hizmet ediyor. Oysa bakanlığın temel görevi, kadınları ve çocukları şiddetten korumak. Buna rağmen, kadınların yaşadığı sorunlar yerine yalnızca “aile” kavramı etrafında politika üretilmesi, bakanlığın önceliğinin kadınlar değil erkekler olduğunu düşündürüyor.
Ayrıca uzmanlar, LGBTİ+ bireylerin hedef gösterilmesini ve cinsellik eğitiminin yok sayılmasını da eleştiriyor. Oysa kapsamlı cinsellik eğitimi, çocukların şiddetten korunmasında ve sağlıklı bireyler olarak yetişmesinde önemli bir araç.
Bugün tehdit altında olan, aile değil; aile bireylerinin hakları, yaşamları ve özgürlükleri. Sosyal adalet ve eşitlikten yana, herkesi kapsayan bir sosyal politika anlayışı talebi bir kez daha yükseliyor.